Felsefenin bir bilim olup olmadığı tartışmasını Antik Çağ’dan, hatta ilk filozof ve ilk bilim insanı olarak kabul edilen Thales’ten başlatmak gerekir. Thales’in hem bir filozof hem de bir bilim insanı olarak anılması, bugünün kafa karışıklığını açık etmektedir. Oysaki Antik Çağ için böylesi bir ayrım yoktur. Felsefe ve bilim bir ve aynı şeydir. Felsefe dışında bir bilimsel uğraş, bilim dışında bir felsefî çaba sözkonusu değildir. Antik Çağ filozoflarının felsefe sistemleri (en kesin örneği olarak Aristoteles felsefesi) aynı zamanda bilimsel bir sistem, bir kozmoloji olarak anılırlar. Fakat kozmolojiyi ve felsefeyi birbirinden ayıran bugünün zihinsel durumudur. Antik Çağ zihni için bu ikisi arasında yapısal ve ilkesel bir ayrım yoktur. Bu ayrım Modern Çağ ile başlamaktadır. Örneğin René Descartes’ı bir filozof, Isaac Newton’ı ise bir bilim insanı olarak anıyorsak; bu, bilim ve felsefe gibi iki ayrı disiplin tasarlamış olmamızdan ileri gelir. Antik Çağ’dan sonra yapılmış olan bu ayrım, felsefenin bir bilim olarak anılıp anılamayacağı yönündeki zorlama bir soruya da yol açar. Bugün dahi bu soruyu çokça sorar ve bu soruya tatmin edici bir cevap ararız.
Modern felsefe tarihi için, felsefeyi bilim olarak gören filozofların çoğunlukta olduğunu kabul etmek gerekir. Örneğin felsefeyi “genelleştirilmiş bir matematik” olarak anıp, tüm önermelerini geometrik yöntemle kanıtlama yoluna giren Spinoza için, sistem filozofu olarak anabileceğimiz Descartes ya da Immanuel Kant için, felsefeyi bir “wissenschaftslehre” (bilimlerin bilimi) olarak gören Johann Gottlieb Fichte için ya da en genel anlamıyla pozitivist filozoflar için felsefe bir bilimdir. Ama nadiren de olsa, felsefeyi bilimden bağımsız bir aktivite olarak gören filozoflar da vardır. İlk akla gelen örnek olarak Friedrich Wilhelm Nietzsche, Şen Bilim’de olduğu üzere bilimi yerden yere vururken, onu felsefeden çok bağımsız bir disiplin olarak tasavvur ediyordur. Yine Nietzsche’yi önceleyen filozoflar olan S. Aabye Kierkegaard ya da Arthur Schopenhauer gibi filozofları, felsefeyi bir bilim olarak görmeyen filozoflar olarak anabiliriz. Ama elbette bunlar bizim çıkarımımızdır, çünkü filozofların çok azı felsefenin bir bilim olup olmadığını tartışmıştır. Çünkü bu oldukça sunî bir tartışmadır; öncelikle bir varsayım içerir: O varsayım da bilimin ve felsefenin iki ayrı şey olduğu varsayımıdır. Oysaki kökensel olarak bugün farklı şeyler olarak andığımız bu iki disiplinin aynı şeyler olduğu açıktır. Ama kırılmayı görmek ve anlamak gerekir yine de. Bilim ve felsefe hangi noktada kırılmış ve birbirinden farklı şeyler olarak görülmeye başlanmıştır?
Orta Çağ ve Modern Çağ’ın büyük bir bölümünde bilim ve felsefe Kilise’nin içinde yapılan ve Kilise’nin dinî görüşlerine ayak uydurmak zorunda kalan etkinliklerdir. Kilise, bilim ve felsefeden (yine belirtmek gerekir ki; bilimi ve felsefeyi bugünün aklıyla ayırıyoruz, oysa bahsedilen dönem için böylesi bir ayrım yoktur) kesinlik beklemenin yanında, kendi dogmalarıyla çelişen yargılara müsaade etmemektedir. Bu katı-kuralcı yapı içinden sıyrılmak öyle kolay olmamıştır. Öncelikle kozmolojik dogmalardan (örneğin dünyanın evrenin merkezinde hareketsiz durduğu türünden bir dogmadan) ya da belki dinî dogmalardan (örneğin “Doğa’ya aşkın Tanrı” türünden bir dogmadan) kurtulmak elzemdir.
Bu sıyrılma esnasında “kesinlik” peşinden koşmakla (bilim), düşünce sistemi geliştirmek (felsefe) arasında bir kırılma yaşanmış görünür. Baruch Spinoza, Descartes gibi filozoflar Skolastik anlayışa karşı bir felsefî sistem (belki Spinoza’nın yapmış olduğu gibi; yeni, Doğa’ya içkin bir Tanrı) geliştirirken, Kopernik Devrimi ile de kozmolojik dogmalar yıkılıp hakikatler araştırılır. Kilise’den ve Skolastisizm’den bu kopuş esnasında, felsefe ve bilim iki ayrı etkinlik olarak belirir. Bilim için şüpheye yer yoktur, gözlem ve deney aracılığı ile şüpheye yer bırakmayan kesinliğin peşine düşülmüştür; oysaki felsefe için şüphe (Descartes’ta olduğu gibi) vazgeçilmez bir araçtır. Bu sayede biz, örneğin Galileo’yu bir bilim insanı, Gottfried Leibniz’i bir filozof olarak kavramışızdır. Oysaki bu iki entelektüel uğraşın birbirinden bağımsız çabalar olduğu düşünülemez. Fakat daha o günlerde başlamış olan bu çatlak giderek derinleşecek, yirminci yüzyılda bu iki entelektüel uğraş, birbirinden oldukça bağımsız uğraşlar/etkinlikler olarak anılacaktır. Bugün için doğrudur da bu; felsefe bir bilim değildir ve bilim bir felsefe değildir. Ama yine de felsefenin ve bilimin doğduğu yere, Antik Çağ’a geri dönmekte ve “felsefe bir bilim midir?” sorusunu tekrar düşünmekte fayda vardır.